top of page
  • Writer's pictureDeniz Mistepe

Kanal projesi ve estetik II


Son yıllarda sürekli karşılaştığımız bir kavram var: Marka Şehir!

Üzerinde fazla düşünmediğimiz, içeriği konusunda bilgi sahibi olmadığımız, bir abartı ve ezberden öteye gidememiş bir kullanım. Yapılan işin estetik ve sanattan yoksun, şehrin ruhuna aykırı çirkin yüzünü gizlemek adına ciddi anlamda da içi boşaltılmış üstelik. Ne yazık!

Bir şehri anlamlandıran yaşanılabilirliğidir. Barındırdığı tarih, kültür ve sanatın ahenkle dans etmesidir. Bir şehri şehir yapan toprağın altında yatan ruhların, toprağın üzerinde oldukları süre içerisinde o mekâna kattıklarıdır. Şehrin sahipleri aslında o şehrin misafirleridir. Kalacakları kısa zaman içerisinde şehri yeniden yapılandıracak ve daha önceki misafirlerin hatıralarına gerekli değeri verecek ince ruhlu insanlar.

Şarkılara, şiirlere, romanlara, resimlere konu olmuş şehirleri ziyaret ettiğinizde, sanat eserlerini canlı olarak yaşama şansına sahip olursunuz. Bir an için eseri ortaya koyan sanatçının yerini almışsınızdır mekânda. Şehir sizin için bir sahne, sizde oyunun ana karakterisinizdir. Taş kaldırımlar üzerinde attığınız her adım, arka planda şehrin bestesinde bir notadır artık. Ahşap evlerin yanından geçerken, bahçeleri süsleyen çiçekler, eserdekilerden farksızdır. Kapının eşiğinde oturan başka bir misafirin yüzündeki derinleşmiş çizgiler, eserin yazılışından bu güne geçen zamanı doğrularcasına, siyah beyaz bir fotoğrafın en can alıcı kontrastları olmuştur artık.

Deniz’den gelen rüzgâr, teknelerin sesini ve derin maviliğin kokusunu sokaklar arasından süzülerek taşır. Zaman geriye doğru akmaya başlar her yeni adımda. Deklanşörden gelen her yeni ses, eseri kaleme alan sanatçıyı doğrulamak istercesine, geçmişe uzanan zamanın, bugüne ait iz düşümüdür. Belki de sanatçıya saygının kâğıt üzerinde ifade bulmuş hali.

Romanı okurken âşık olduğun, bu yüzden yazarı dahi kıskandığın o kızı bulma hayaliyle adımlarsın şehrin sokaklarını. Ressamın tablosunda gördüğün ve hayal meyal hatırladığın o gülümsemeyi bulma ihtimalinin verdiği heyecan, seni şehrin bir parçası yapmıştır bile. Ahşap evin açık penceresinden uçuşan perdenin arkasına baktığında, âşık olduğun kızın her gün kullandığı parfümün kokusunu hissedersin. Bahçeleri süsleyen yasemin çiçekleri tamamlar sahneyi.

Yıpranmış sarı sayfaların her bir harfini derinden hissetmeye başlamış, tuvalin üzerindeki çatlakları yüzündeki çizgilerde resmeder olmuşsundur. Şehir, ruhunu esir almıştır artık. Ne yaşadığın zaman ne de yürüdüğün sokaklar sana ait değildir. Martı sesleri, kahvehaneden gelen kanunun sesine karışır. Rüzgâr hafiften okşar saçlarını. Akşam simidinin kokusu yorgunluğunu hatırlatır. Yığılır kalırsın tahta sandalyenin üzerine. Taze demlenmiş çay gelir masana. Kırmızı beyaz çizgili çay tabağı, çocuk olduğun yıllara alır götürür seni. Tahta tabure üzerinde oturduğun dükkân önünü, yine eski bir şehrin arastasını hatırlatır.

Kimler oturmuştur o sandalyede. Okuduğun romanın yazarı, şiirlerde rastladığın kız, sahaflar çarşısında gördüğün hattın üstadı… Ve simdi, senden sonra aynı sandalyede oturup, aynı masada çay içecek olanlar için, hatırlanmak üzere zamana düşüyorsun notlarını.

Bir yaşlı amca gelir yanına.

- Eskisi gibi kuvvetim yok artık. Yoruyor bu yokuş beni. Gençliğimde üç adımda çıkardım burayı, simdi her üç adımda nefes almak için dinlenmem gerekiyor. Hey gidi gençlik hey.

Nerelisin oğlum sen?

Bende fotoğraf çekerdim gençliğimde. Latika marka bir makinem vardı. Filmliydi o zamanlar bu meretler. Evde duruyor bak öyle, bir kaç eski filmde var kullanılmamış…

Adın ne oğlum senin? Faik Rıfkı Atay’ı bilir misin?

Hah o işte, amcam benim. Çok istedi yazar olmamı onun gibi. Mektepteyken yazılarıma bakar, senin kalemin kuvvetli, bırakma sakın yazmayı derdi. Ben teknik okula gittim ama. Makine merakım daha çoktu o zaman.

Elli kusur yıl oldu buralarda yaşarım ben. Gençliğimde babamın memuriyeti nedeniyle çok gezdik. Sonra ben başka şehirlerde de yaşadım ama dayanamadım bu şehrin, şu sokakların hasretine. Otuz yaşımda döndüm geldim tekrar. Yaş oldu seksen bir. Dolu dolu yaşadım evladım ben…

Senin adın neydi? Unuttum bak yine. Yaşlandıkça unutur oldum.

50 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page