Hikâyesiz tasarım olmaz demişti Üstat yıllar önce. O günden beri birlikte çalıştığımız herkese hikâyeniz nedir diye sorarım. Neden bu tasarıma ihtiyacınız var? O anlatımları kayda alsaydım keşke. Gerçek, tutkulu, hayata dair, başarıya odaklanmış, heyecanlı ve bir o kadar amatör ruhlu hikâyelerimiz olurdu.
Geçtiğimiz hafta beni delicesine heyecanlandıran bir haber okudum. Onu anlatmadan önce başka bir hikâye ile başlayalım yazıya.
1901 yılında yirmi bir yaşında olan William S. Harley evdeki bisikletine motor takmaya karar verir. Başarırda. Fakat ortaya çıkan motorlu bisiklet hayalindeki gibi değildir. Daha iyi bir model yapabilmek için kapı komşuları olan çocukluk arkadaşı Arthur Davidson’dan yardım ister. İkili iki yıla yakın bir sürenin ardından daha iyi bir motoru bisiklete takmayı başarırlar. Ama küçük bir sorunları vardır. En küçük yokuşları bile pedalları çevirmeden çıkamayacak kadar güçsüzdür taktıkları motor. Ekibe oldukça deneyimli bir mühendis olan Ole Evinrude’u dâhil ederler. Dairesel şasiye sahip yeni modellerinin geliştirilmesi bu birliktelik ile mümkün olur. Yapmış oldukları motorlu bisiklete bir seri numaralı anlamında Serial Number 1 ismini koyarlar ve asıl hikâye burada başlar. 1904 yılında ilk satış mağazalarını açarlar. İlk yıl ürettikleri üç motosikletten birini satarlar ve 1905 yılına gelindiğinde ilk motosiklet yarışı şampiyonluğunu tadarlar. Yavaş yavaş büyüyen firmaları 1906 yılında günümüzde hala merkez ofis olarak kullandıkları Chesnut Sokağındaki yeni binasına taşınır. Bir yıl sonrasında 18 çalışana ulaşan Harley Davidson, Polis Teşkilatına ilk satışını yapmayı da başarmıştır. 1909 yılına gelindiğinde efsane V Twin motora sahip ilk modelleri de mağazalardaki yerini alır. 1910 yılında bilinen logolarını kullanmaya başlarlar ve firma tartışılmaz şekilde alanında efsane olarak bugünlere gelir. Günümüz itibariyle H.O.G. yani Harley Davidson Kullanıcıları Grubunda bir milyona yakın kayıtlı üye var.
Bu hikâye beni çok heyecanlandırıyor. Başarı, azim, takım çalışması, tutku, fedakârlık, hayaller, inanç, estetik, tasarım, teknoloji gibi benim hayatımın olmazsa olmazı birçok vurucu kelimeyi barındırdığı için. Yazılarımda pek başarılı uygulayamasam da, gerçek hayatta kelimeler ile etkileyici anlatımları çok severim. Örneğin: Abartmıyorum! Derim iddialı bir konu üzerinde yeni şeyler ortaya koymaya çalışıyorsam.
Yazının başında bahsettiğim habere geçelim. 15 öğrenci ve 5 öğretmen bir araya geliyorlar. Amaçları boş! vakitlerinde nitelikli bir iş ortaya koymak. Beş ay boyunca çalışıyorlar ve tek şarjda 80 kilometre yol kat edebilen elektrik motorlu bir otomobil üretiyorlar.
WOW!
İşte ben buna hikâye derim. Anlatılması, sahip çıkılması ve sonuçlandırılması gereken bir hikâye. Otomobilin adı BisVolt Cihan 126 SE. Güzel. Çıldırtıcı şekilde heyecanlı. Ve hayalleri zorlayacak şekilde iddialı. Otomobilin orijinal tasarımına sadık kalmalarını ayrıca alkışlıyorum. Çünkü bu hikâyede ön plana çıkması gereken otomobilin tasarımı değil, yapılan işin niteliği ve heyecanı.
İlk adımı atan Samanyolu Kolejini tebrik etmemiz gerekiyor. Ülkenin en karanlık dönemlerinden birinde hepimize ilham oldukları için.
Bana güre hikaye şimdi başlıyor ve bu defa hepimizin rolleri olması gerektiğini düşünüyorum. Kısaca izah edeyim.
İlk görev Akın İpek gibi varlıklı işadamlarımıza düşüyor. Bu kardeşlerimiz gibi gençlere istedikleri alanda en iyi üniversitelerde okuyabilmeleri için şimdiden burs verdiklerini ve geleceğe dönük iş anlaşmaları teklif ettiklerini hayal ediyorum. Yapılan yatırımın kısa vadede nasıl geri döneceğini burada ayrıntıları ile anlatmaya gerek yok sanırım.
İkinci görev işadamı ve sanayici ağabeylerimizin. Okullarımıza ciddi maddi imkân ve teçhizata sahip atölyeler kurmalılar. Liseleri üniversite sınavına girecek öğrenciler yetiştirmek yerine uluslararası nitelikli burslar kazanan çocuklar yetiştiren bir modelle çalıştırabilmek için. Nitelikli olarak atılacak bir adım bile ülkenin kaderini değiştirebilir. Steve Jobs’un garajı bunun en güzel örneklerinden biri.
Üçüncü görev okul yöneticilerimiz ve öğretmenlerimizin. Bu işin ucunu bırakmamalılar. Samanyolu Koleji farklı bir alanda ezberleri bozdu. Şimdi sıra diğer kolej ve okullarımızda. Önümüzdeki yıllarda, tasarlayıp ürettikleri elektrikli araç, drone ve robotların sergilendiği uluslar arası fuarlar hayal ediyorum.
Ve son görev, param var ama yatırım yapacak yer bulamıyorum diyen, hayalleri olan, içindeki çocuğu hala yaşatan girişimcilerimize, bu ülkenin yarınları için bir şeyler yapmak isteyen hepimize düşüyor. Bu projeyi profesyonel hayata taşımak zorundayız.
Başlangıçta Tesla marka otomobillere rakip araçlar üretelim diyerek uçmuyorum. Önümüzdeki engeller ortada. Renault Twizy ye rakip olalım diyorum. Şehir içi kullanıma uygun basit araçlar üretelim. İstanbul, Ankara, Bursa, Denizli, Gaziantep gibi bir otomobilin bütün parçalarını üretebilecek teknoloji ve alt yapıya sahip şehirlerimiz var. Yapılması gereken organize olabilmek, doğru ekibi kurabilmek ve projeye inanıp bir yerden başlayabilmek.
Bir kolejin küçük atölyesinde 20 babayiğidin neredeyse yok denecek bütçe ile yapabildiğini tekrarlayabilecek inanç ve birikimim yok diyorsanız bir şey diyemem. Ama ben bu işe kalkışabilirim diyorsanız içinizdeki çocuğu dinleyin derim. Eminim o çocuk istediği oyuncağı bir şekilde elde etmenin yolunu bulacaktır.
...