top of page
  • Writer's pictureDeniz Mistepe

Ankara Şehir Konseyi Baş Mimarı!


Şehir mimarisi konusunda hazırlanmış bir televizyon programında Barcelona ve Ankara’yı karşılaştırma fikri kimin aklına gelmiştir çok merak ediyorum.

İlk dikkatimi çeken şey Barcelona konusunda fikirleri alınan beyefendinin ismi altında yazan ünvandı.

” Barcelona Şehir Konseyi Baş Mimarı”

Şehir mimarisinde tasarım ve matematiğin belirleyiciliği hakkında konuşuyordu. Kavşaklar ve yollar ile şehir planı arasındaki oranların nasıl olması gerektiği, şehir mobilyalarının hangi tasarım anlayışları üzerine yapılandırılacağı, bina mimarisi ne kadar güzel olursa olsun şehirle uyumlu olmadığında, bütünlüğün sağlanamayacağı gibi oldukça ilginç ve öğretici başlıklar üzerinden anlatıyordu Barcelona gibi örnek bir şehri. Konseydeki Baş Mimarlık ünvanını ne kadar hak ettiğini düşündüm. Böyle bir başkanla çalışan ekibin oluşturacağı şehir kimliğinin insan ruhunu nasıl besleyeceğini, şehrin misafirleri üzerinde yapacağı etkileri.

Sıra Ankara’ya geldiğinde konuşan beyefendinin ismi altında sadece “mimar” yazıyordu. En azından bir mimar ile konuşmuşlar düşüncesiyle dinlemeye başladım…

Ankara’nın daha güzel bir şehir olması için neler yapılabileceğinden, şehrin ruhundan, estetik yanlarından, eksikliklerinden, sorunlarından bahsetmedi! Öneriler sunmadı! Bilmediğim bir şeylerde söylemedi beyefendi! Barcelona ile Ankara’nın karşılaştırılamayacak kadar farklı yerler olduğundan ya da iki yönetimin estetik anlayışı arasındaki ezici farklılıktan da söz etmedi.

Ulus Meydanı’nı anlatmaya başladı. Oradaki Atatürk Heykelinin ne kadar estetik olduğundan, o heykelin o meydana ruh kattığından, insanların o heykelle konuştuklarından bahsetti!

Konusu şehir mimarisi ve tasarım olan bir programda, mimar kimliği altında, ideolojik saplantılarını dinletti bizlere. Bu konuda hiç bir fikrim yok diyemediği için, Atatürk heykeli gibi tartışılamayacağını düşündüğü bir konuya girerek, kendisine verilen değerli zamanı, izleyicinin zamanından çaldı.

Yukarıdaki analizlerimde amacım Atatürk’ü eleştirmek değil sevgili okuyucu. Ülkemizdeki Atatürk heykellerinin sanatsal açıdan içler acısı hali gibi başlı başına ayrı bir yazı konusu olabilecek estetik sorunlara değinmek de değil. Her konuyu bir şekilde Atatürk’e bağlayıp, bilgisizliğin ve idraksizliğin sınırlarını zorlama popülizmi gibi, psikologların çalışma alanına girmekse hiç değil.

Şehirlerimizi yeniden yapılandıran sanattan ve estetikten yoksun yöneticilerin ve kurulların profesyonel anlayıştan ne kadar uzak olduklarına dikkat çekmek amacım. Şehri yöneten insanların karışmaması gereken en başlıca konu, o şehrin yapılandırılmasındaki mimari ve sanatsal detaylar ile bu ayrıntıların bağlı olduğu teknolojik çözümler. Maalesef ülkemizde bunun tam tersi olmakta. Gerek hükümet, gerekse muhalefet partilerine mensup yöneticiler içerisinde, yönettikleri şehir adına bu duyarlılığı gösterebilmiş birini hatırlamıyorum.

Değerli projeler ortaya koyabilmek adına açıl(a)mayan yarışmalar, maddi ve manevi kaygılarla yapılan ihaleler, kabul edilen uluslararası değerdeki projeleri iptal ettiren, ben yapamazsam kimse yapamaz anlayışı, en iyi ben bilirim diyen tek adam hiyerarşisi gibi anlam veremediğim kişisel ihtiraslar ve çıkarlar nedeni ile hepimiz bu çirkin şehirlerde yaşamak zorunda bırakılıyoruz…

Sevgili Mehmet Aksoy’un heykeli ile başlayan süreci hatırlayın. Yer yerinden oynamıştı. Sonuç ne oldu?

Kısaca özetlemek gerekirse:

Önce sanatçı, kurullarca resmi olarak heykelin yapılamayacağı, sanat içerikli olmayan kabul edilebilir bir gerekçe ile belirtildiği halde oraya heykeli yapmaya karar verdi. Yapımı onaylayan yönetici, yanlış olduğunu bile bile ve kendi kendine karar veremeyeceği bir alan olmasına rağmen yapımı onayladı. Sonra yine başka bir tepe yönetici, şahsi fikrini, konumu gereği toplum önünde alenen belirtmemesi gerekirken açıkça ifade etti. Sanatçılar sanatsal eleştiri açısından haklı oldukları ama yasalar önünde haksız oldukları konu hakkında seslerini yükseltti. Bu arada ne olup ne bittiğini anlayamayan ama söz konusu heykel ve mekân üzerinde en fazla söz sahibi olması gereken insanlar gelişmelerden bir haber, sanatçı ve yöneticiler ile karşı karşıya getirildi. Sürecin sonunda heykel yerinden kaldırıldı. Bütün bu süreçte yaşanan kırılmalar, kaybedilen maddi kaynaklar, kafası karışan insanlar, kirlenen doğa ve gereksiz gündem işgali de işin görünmeyen boyutu olarak kaldı.

Ve en önemlisi, gelişmelerin asıl muhatapları sanatsal ve mimari kurullar ile o yörede yaşayan, mekanın asıl sahipleri sürecin hiç bir bölümünde müdahil ol(a)madılar.

Aynı senaryo, farklı karakterler üzerinden, değişik mekânlarda tekrarlayıp duruyor bu güzel ülkede. Ne ders alıyoruz, ne de çözüm üretebiliyoruz.

...

47 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page