Kitaplığımın en önemli eserlerinden biri Paul Arden’e ait. Tabuları yıkmak isteyen herkesin yola çıkmadan önce okuması gereken, başucu kitaplarından biri.
Kitabın adı: “Ne düşünürsen düşün, ters açıdan düşün” Orijinal adı: “What ever you think, think opposite”
Bir konu üzerine düşünürken, alışılagelmiş bakış açısının dışına çıkmak istediğimizde uygulayabileceğimiz çok basit bir yöntemi örnekliyor Paul Arden. Olaylara ve durumlara farklı açılardan bakabilmenin büyüsünü anlatıyor bizlere.
“Marka nedir?”
Paul Arden’in bakış açısı ile konuya yaklaşmak için, soruda küçük bir değişiklik yapmamız gerekiyor.
“Marka ne değildir?..”
Cevaplar ezberlerimizi bozacak türden. Aynı zamanda bilinen ve kabul edilen birçok tabuyu yıkabilecek güçte.
Marka, LOGO değildir!..
Marka, KİMLİK değildir!..
Marka, ÜRÜN değildir!..
…
Çarpıcı ve yıkıcı cevaplar üzerine bir süre düşündükten sonra asıl soruya geri dönmekte fayda var.
Marka nedir?
Marka, bir ürün, servis ya da organizasyonun insanları etkileyebilme kabiliyetidir.
Duygularımıza, tutkularımıza, zaaflarımıza, en önemlisi hayallerimize hitap eden, insan odaklı, sınırsız tatmini amaç edinen bütünsel bir yapıdır.
Müşterinin sizin hakkınızda ne düşündüğü, daha önemlisi ne söylediğidir.
En kısa şekli ile tanımlamak gerekirse, marka bir yaşam biçimi, bir deneyimler bütünüdür.
Deneyimler ile marka arasındaki ilişkiyi ele alacak olursak.
Deneyim, bütünsel, tüme dayalı, geniş anlam içeren, farklılık yaratan ve duygu yoğun bir kavram. Biraz keyif ve eğlenceden daha öte, tümüyle farklı bir yaşam tarzı.
Şöyle diyor Harley Davidson’un eski CEO'su:
“Biz, 43 yaşında bir muhasebecinin siyah deri kıyafet giyip küçük kasabalarda dolaşıp insanları korkutabilmesi için fırsat satıyoruz !”
Fırsat!
Tutku!
Hayaller!
Özgürlük!
Başkaldırı!..
Harley Davidson’da çalışan hiç bir insan “ motosiklet ürettiklerini düşünecek kadar aptal değildir!” diyor başka bir konuşmasında.
Ne üretiyorlar öyleyse?
Yaşam tarzı…
Kahve içmek benim için hayata verilen bir aradır. Dinlenmek, düşünmek, farklı şeyler yapmak adına. Çok değerli olan bu molaları, keyifli anlara çevirebilmek için rahat olmam gerekir. Her anlamda. Evimde ya da ofisimdeysem, bu rahatlığı kolaylıkla sağlayabilirim.
Peki, ya değilsem? İşte bu problemi çözmek adına yola çıkmış olan bir kuruluş, yıllardır beni evimdeymişim gibi rahat ettirmekte ve bana her şubesinde aynı kalitede kahveler sunmakta. Evet, Starbucks’lardan bahsediyorum. Ayaklarımı uzatıp saatlerce rahatsız edilmeden kahve kokusunu içime çekerek oturabileceğim, jazz müziğin tadına varabileceğim, Dünya’nın birçok yerinde beni misafir eden kuruluştan.
Bizlere sundukları bir fincan kahveden çok öte…
Çalışmalarına çok değer verdiğim rahmetli Üzeyir Garih ve sevgili İshak Alaton’un marka vizyonlarını yansıtan, gerek misafirleri gerekse çalışanları için bir tatil köyünden daha fazla anlam ifade eden Hillside Beach Club (HBC) son örneğim. İnsanın kendini yeniden keşfedebileceği ve ruhunu yenileyebileceği bir kurum. %98 gibi inanılmaz bir müşteri memnuniyeti oranı yakalayabilmesinin altında yatan en önemli sebep, insana verdiği değer.
Bünyesinde barındırdığı insanları misafir, çalışan olarak ayırmadan, öneri ve taleplerini anında karşılayabilme kabiliyetine sahip mükemmel bir sistemle yönetiliyor. Başka bir deyişle, bir dediğinizin iki edilmediği, anne evini hatırlatan sıcak bir ortama sahipler.
Marka, insan ve deneyimler arasındaki ilişkiye en güzel örneklerden biri HBC. Bir tatil köyünden çok daha fazlası…
Örnekleri çoğaltmak mümkün. İnsan odaklı çalışan firmalar, çalışmalarında samimi iseler, marka olma yolunda çok hızlı ilerliyorlar ve öncü kuruluş olarak yollarına devam ediyorlar.
Nasıl kahve dediğimizde Starbucks, motosiklet dediğimizde Harley Davidson, müşteri memnuniyeti dediğimizde HBC akla geliyorsa, Dünya şehri denildiğinde de İstanbul akla gelmeli. Bunu başarmak, şehir ile insanların etkileşimini deneyime çevirmekle mümkün.
Şehre gelen insanları, İstanbul’a âşık etmekle…
Comments