top of page
  • Writer's pictureDeniz Mistepe

Tek dokunuşla hayatı yönetebilmek…


İlk defa Sevgili Tom Peters’in Re-Imagine kitabında karşılaştım bu düşünceyle.

Tek bir tuşla hayatı yönetmek, tek bir tıklama ile tek bir dokunuşla…

Nasıl isterseniz öyle tanımlayabilirsiniz. Önemli olan hareketin tek olması.

Bir an için durun ve etrafınıza bakın. Şu an kullanmakta olduğunuz cihazlara. Bu bir bilgisayar, bir cep telefonu, bir araba, bir kumanda veya bir internet sitesi olabilir.

Ve onların tek düğmeden ibaret olduğunu hayal edin lütfen.

Televizyon kumandanızın üzerinde bulunan onlarca tuşun kaç tanesini kullanıyorsunuz? Cep telefonunuzun menüsündeki özelliklerin kaçını? Arabanızın konsolundaki düğmelerin ne işe yaradığını biliyor musunuz? Ya da müzik çaların ses özellikleri ile hiç oynadınız mı?

Bir defasında 300 bin doların üzerinde fiyata sahip arabasını kullanan bayan arkadaşım, bu arabadaki düğmelerin hiç birisine dokunamadığını, onlara bastığında yanlış bir şeyler olacağından korktuğunu söylemişti!

Bugüne kadar evindeki uydu alıcısının kumandasını kullanabilen birine hiç rastlamadım. Bende bu ekibin bir üyesiyim. O kumandayı ne zaman elime alıp bir kanal ayarlamaya kalksam, sürecin sonunda servisi aramam gerekiyor.

İnternet sayfalarında da aynı hislere kapılırım ben. İstediğim şeyi bir türlü yapamam, aradığım şeyi bulamam ve sinirlenirim. Her defasında aklıma Tom Peters Üstad’ın sorusu gelir: Bu site yapmak istediklerimi neden bir komutla yapamıyor?

Sanki firma yöneticileri, en karmaşık olanın daha iyi olduğunu fısıldıyor tasarımcılarının kulaklarına.

En önemli tasarım kurallarından işlevsellik (functionality) ve basitlik (simplicity) kavramını hemen hemen bütün firmalar çöpe atmış durumda. Neden bu vazgeçilmez iki kuralı görmek istemiyorlar? Bunun cevabını hala verebilmiş değilim.

1970’lerde doğan insanlar, bilgisayar çağının başlangıcını yakalama şansına sahip oldular. Hayatımda ilk kullandığım bilgisayar bir IBM’di. Sonra Commodore 64 ve ardından Amiga 500 ile tanıştım. Bu birliktelik PC 286 ile devam ederek bugüne kadar geldi.

Commodore 64 ve PC 286-386 serilerinde fare (mouse) yoktu. Bilgisayarımızı kullanabilmek için program komutlarını bilmemiz, basit bir oyunu açabilmek için bile en az üç komut yazmamız gerekliydi. Ayrıca ekranda grafikler yoktu. Bilgisayarla çalışırken harf ve rakamlardan oluşan bir evrende yaşıyoruz hissine kapılıyorduk.

Sonra bir gün, manyağın* biri bu gidişata bir son verdi.

Belki Tom Peters’in sorduğu soruya cevap vermek istemişti. Belki de dünyanın en karmaşık cihazlarından birini tek bir tuşla yönetebilmenin büyüsüne kapılmıştı. Bilemiyorum!

Tek bildiğim: Yaptığı şey manyaklıktı.

Ve tek bir tuşla Dünya’yı değiştirmişti.

Fare’nin icadı ile harfler ve komutların yerini grafikler aldı. Artık bir oyunu ya da programı açabilmek için, klavyenin üzerinde dans etmemiz gerekmiyor, sadece elimizde tuttuğumuz küçük cihazın düğmesine basıyorduk.

Tek bir tuş, bütün alışkanlıklarımıza son vermiş, gereksiz ve anlamsız işlem ve zaman kayıplarından bizleri kurtarmıştı.

Aradan yıllar geçti. Aynı manyak* bu tek düğmeden sıkılmış olmalı ki, kendi açtığı bir dönemi yine kendi elleriyle kapattı. Artık karmaşık cihazları bir tuşla değil, küçük dokunuşlarımızla yönetiyoruz. Yani insan doğasına en uygun yöntem ile;

Hissederek!

Bugün Tom Peters gibi Üstad’ların hayal ettiği tek düğmeden oluşan Dünya’nın bir adım önünde olmayı, Steve Jobs’un manyakçasına mükemmel hayallerine borçluyuz.

Toprağın bol olsun Bay Jobs…

Aç ve budala kalmaya devam edeceğiz…

*insanely great: Manyaklık derecesinde mükemmel. Steve Jobs’un kendini, hayallerini ve islerini tanımladığı kavram.

43 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page